MEVLÂNÂ’NIN VUSLAT GECESİ
Mevlânâ ne yapmıştır ? asırların gönlünü kendi türbesinin Türk yeşili tesellîsinde toplayabilmek için o da herkes gibi bir insan bedeninde yaşarken nasıl bir büyüklük göstermiştir?
Mevlânâ Allah, varlık, yokluk, yaradılış ve insan problemleri karşısında düşünen, inanan ve bu yolda büyük gerçeğe ulaşan insanlardandır.
Madem ki insanın, ben de düşüneceğim, arayacağım, beni yaratanı bulacağım, bütün yaratılmışların aslında, o en büyük sanatkârın hem eseri, hem kendisi olduğunu bilenlerin sırrına ve hazzına ereceğim; kısaca, âlemlere onunla bakıp, varlıklarda onu göreceğim, diyen büyüklerin teşkil ettikleri fikir ve mânâ halkasının başında bir semâ kanatlanışı ile yürüyen Mevlânâ, işte bu derin problemin ermişlerindendir.
Üstün insan, insanlık tarihinde engin mazîli bir tesellidir. Asırlarca kütleler, böyle üstün insanları hiç kıskanmadan sevmişler, onlar da kendi ideallerini, kendi varlık, iyilik, güzellik ve yücelik rü’yalarının tecellîsini bulmuşlardır. Destan kahramanları, fikir ve îman kahramanları ve diğer bütün millî ve beşerî yüceliklerin ebedî insanları, hatta büyük aşk kahramanları hakikâtte böyle üstün insanlardır.
O kadar ki, insanlık târihi âdetâ yetiştiği ve yetiştirebildiği üstün insanların târihidir.
***
Mevlânâ ölüm gecesini Tanrı ile vuslat bildiği için “gelin gecesi” diye isimlendirmişti. Bu gelin kimdi? Bu vuslat nice bir visâldi ki vücuttan ayrılışı ruh için bir bayram sevinci kılmıştı?
Mevlânâ insan denilen varlığı derin bir mâneviyatla yıkamak, insanı “nefis” denilen ağır yükten kurtarmak ve bir semâ kanatlanışıyla Tanrılaştırmak yolunun önderlerindendi. Başta söz sanatı olmak üzere hemen bütün güzel sanatları bu yolda dile getirenlerdendi. Onun şiirleri baştan sona münâcâttır. Fakat bu münâcât bir dua değil, bir aşkın ilânıdır. Onun böyle aşk terennümleri için özge vâsıta bildiği mûsikî de milletimizin Asya topraklarından Anadolu ve Balkanlar Türkiye’sine getirdiği engin îman terennümüdür. Şâirin:
Çok insan anlamaz eski mûsikîmizden
Ve ondan anlamayan bir şey anlamaz bizden.
Dediği mûsikî, seslerini ve tavırlarını bu tarihî mûsikîden almıştı. Mevlânâ’nın aşk ilânında kullandığı üçüncü büyük sanat semâ’dır. Semâ, bütün eski dinlerin ayinlerinde görülen dînî raksa benzer bir hareket mûsikîsidir. Şu farkla ki semâ bir raks sanatı olmaktan yükselerek Mevlânâ’nın vücûdunda ve hâtırasında bir özge ibâdet olmuştur. Bu, her rûhun o andaki mîracı gibi bir Tanrı’ya kanatlanıştır, bir vücut ve hareket ilâhîsidir. Mevlânâ, inanışa ve ibâdete yüksek insan tefekkürünü, insan hürriyet ve sanatını ilâve etmiş ve bu ilâvelerini ebedîleştirmiş bir kahramandır. İslam îman ve tefekkürünü en iyi anlayanlardan biri olduğu halde devrinin yobazlarından çok kahır çekmesi, onun ruh ve fikir seviyesine varamayanların şahıslarında üstün insan’ın bir alın yazısıydı. Fakat Mevlânâ kendisi hakkında fenâ düşünen ve kendisine fenâlık edenleri de severdi. Tanrısının bu insanlar vasıtasıyla kendisini imtihan ettiğini bilir, bu imtihanın cilvelerini derin olgunluk ve şükranla karşılardı. Resimlerde görülen nûr yüzlü, mütevâzi ve sâkin sabır ve îman çehresi böyle bir rûhun tecellîsidir.
Nihad Sâmi Banarlı, Târih ve Tasavvuf Sohbetleri, 2. baskı, sayfa: 226-229.