BİR RAMAZAN SOHBETİ

Oruc’un aslı Arapçada “savm”dır. İranlılar kelimeyi kendi dillerinde an’anesi olan bir sözle ifâde ederek, savm yerine “rûze” demişlerdir. Bu dînî ıstılahların bile bir başka dilde millîleşmesidir.

Eski Türk’ün yeme içme an’anesinde, yaşadığı coğrafya icâbı, oruç tutulmadığı için, Türk, bu kelimeyi Acemden almış, fakat “rûze” demek onun millî lîsan üslûbuna uymadığı için de bu kelimeden Türkçe “oruç” sözünü yaratmış.

 

***

 

Her ne ise.. Türkün Ramazan, oruç, kısaca îmân anlayışında da böyle bir millî üslûp vardır. Taassuptan hoşlanmaz. Ham sofuluktan ve softalıktan iğrenir. Türkün en büyük inanmışlarından Fuzûlî’nin bir Ramazan ayında nükte ve sembol lisâniyle de olsa, şaraptan ve meyhaneden uzak kalmayı hemen hemen bir talihsizlik sayacak kadar softalara ve mutaassıplara çevrilmiş bir alay lisânı kullanması bundandır.

 

Ramazan âyı gerek âçıla Cennet kapusu
Ne revâ kim ola meyhâne kapûsû bağlu

Feth-i meyhâne içün okuyalım fâtihalar
Ola kim yüzümüze âçıla bir bağlu kapu

İntizâr-î mey-i gülgûn ile bayram ayına
Baka bâkâ inecekdir gözümüze kara su
Ramazan oldu budur vehmi Fuzûlî’nin kim
Nice gün içmeye mey zühd ile nâgeh tuta hû

***

Bir bakıma medrese zihniyeti ile tekke anlayışının yâni körü körüne inanışla hür inanışın gizli çarpışması içinde söylenen bu mısrâlar aynı zamanda zarîf bir latîfedir. Müslümanlığın şekilden ve dış görünüşden ziyâde içte, vicdânda oluşuna, Allah’ın göklerden önce gönüllerde taht kuruşuna inanmışların latîfesi…

 

Nihad Sâmi Banarlı, Edebiyat Sohbetleri, 5. baskı, sayfa : 325-329