Girid ve Kıbrıs
Girid, sâhiden ecdat kanıyle yoğrulmuş bir Türk adasıydı. (H 1055) de tam elli beş gün süren bir kuşatma sonunda zaptedilen Hanya’nın muhasarasında bulunmuş bir saz şâiri, “aşık” adanın bu ilk hikâyesini şu mısrâlarla anlatır:
Gâzîler kılıcın alur destine
Cümlenin murâdı küffâr kasdına
(Tam) Elli beş günde Girit üstüne
Ser verip ser aldı kul Pâdişâhım
Fakat Hanya’dan sonra bütün Girid’in, bilhassa Kandiye’nin zaptı bu sefer günlerce değil, yıllarca sürmüş ve Türk’ün şerefi, adanın her toprağını bayrağının rengiyle sulamıştı.
***
Nihâyet, Girid, 1669’da Köprülüzâde Fâzıl Ahmed Paşa’nın işe el atmasıyla ve parlak bir zaferle alındı
***
Bizim Venediklilerden daha doğrusu bir haçlı ordusundan aldığımız Girid adası, bir gün, yine Avrupa devletlerinin müşterek bir karariyle Yunanlılara hediye edildi. Girid’de ondan evvel ve ondan sonra ada fâtihlerinin çocuklarına yapılan zulümler ise tamâmiyle unutulmuş ve târih olmuş sayılabilir mi* Türk’ün büyük, müşfik ve gufran dolu rûhu, gerçi çabuk affetti; ancak en asîl milletlere verilmiş ilâhî bir rindlik duygusuyla, büyük günahlar bağışlandı. Fakat bugünkü dostumuz olan dünkü düşmanlarımız bu “bağış”ın sonsuz ve hudutsuz olacağını sanmak gafletine düşecekler mi?
Büyük Türkiye haritasının, tam bir anavatan şefkatiyle, mâsum bir yavru gibi kucakladığı, anayurda öylesine yakın Kıbrıs adası, artık hiçbir yabancı kararla kimseye bağışlanacak değildir.
***
Fakat yine biz ki çağdaş medeniyet anlayışı, kardeş insanlık ve Birleşmiş Milletler ideali uğruna tâ.. şu Kore berzâhında, şimşekleri en az atom ışığı kadar göz kamaştıran “süngü savaşları” yapıyoruz.
Dostlarımız veyâ düşmanlarımız, sevgili Kıbrıs Türkleri’nin bir “Yeşil Ada” sıcaklığıyla büründükleri bu kıymetli atlas kumaşa, onların cedleri tarafından alındığı zaman dökülen renkten başka bir bayrak rengi yaraşmayacağına arttık inanmalıdırlar.
Çünkü Türk edebiyatı, vatan toprakları için “mersiye”den çok “destan” söylemeye alışmıştır.
Nihad Sâmi BANARLI, Târih ve Tasavvuf Sohbetleri, 2. baskı, sayfa : 110-113.