Dokuz Oğuz–On Uygur Türkleri’nin Destânı
Uygur Devleti, İslamiyetten önceki Türk İmparatorluklarının sonuncusudur. M. VIII. asıra kadar Dokuz Oğuz boylarıyla birlikte Moğolistan’ın şimalinde yaşayan On Uygurlar, sekizinci asır ortalarında yine Dokuz Oğuzlar’la birlikte, Gök-Türk’lerin Türk illerindeki yaygın hâkimiyetlerine son vererek Uygur devletini kurdular. Uygur birliğini meydana getiren kavimler arasında eski Saka kalıntıları ve eski İran topluluğuna dahil, Türkleşmiş kavimler de vardır. Yeni devlet kısa zamanda geniş ülkelere yayıldı. Kültür, sanat ve medeniyet bakımından Ortaasya Türk târihine derin izler bıraktı.
Uygur boyları, daha önceki asırlarda da medeni bir hayat yaşıyorlardı. Hatta bunların M. V. asırda kendilerine mahsus bir yazı kullandıklarına dair Çin kaynaklarında kayıtlar vardır. Uygur devleti önce Moğolistan’da Orhun nehri havzasındaki Kara Balgasun Şehri çevresinde kuruldu. Bu devletin ikinci hükümdarı Moyunçur Han, büyük ve aydın bir hükümdardı.
Bu çağlarda Uygurlar Gök-Türk yazısını kullanıyorlardı.
Hatta Moyunçur Han, Göktürk an’anesine uyarak, kendi adına ve Göktürk harfleriyle yazılı bir âbide diktirmişti. Fakat onun yerine geçen Bögü Katan, 763 yılında Maniheizm dînini kabul edince Uygurlar Mani dini misyonerlerinin getirdikleri yeni bir yazıyı benimsediler.
M. 840 yılında Uygur ilinde büyük kıtlık oldu. Ahâli isyan etti. Bilhassa Kırgız isyanının sertliği yüzünden perîşan olan Uygur’lar ikiye bölündüler. Bir kısmı Çin hâkimiyetini kabul ederek Kansu çevresinde kaldılar.
Diğer ve daha büyük bir kısım Uygurlar, cenup batı’ya doğru göçtüler. Doğu Tiyanşan’da Beş Balıg ve Koçu şehirlerine yerleştiler. Esasen kendilerine bağlı bu ülkede yeni Şehirler yaptılar. Burada yalnız Uygur adıyla yaşadılar. Aynı ülkede yüzyıl kadar, az hareketli fakat daha medeni bir ömür sürdükten sonra, Türk illerindeki geniş hâkimiyetlerini 940 yıllarında, bu sefer müslüman bir Türk devleti kuran Hâkanlı veya Karahanlı ailesine bıraktılar.
Bugün elimizde bulunan Uygur destanları, tarihteki
macerâlarının ana çizgileri böyle olan Uygurların, önce, kendi türeyişlerine dair inanışlarını anlatır. Sonra, Tanrı soyundan gelen Uygurlar’ın, yurdu fena idâre eden hakanlar yüzünden uğradıkları sarsıntıları nakleder. Yurtta milli birliği sağlayan tılsımlar bozulunca nasıl ıstırap çektiklerini, nihâyet, kendilerine yiyecek vermeyen bu yurdu bırakarak cenup-batı’ya doğru, nasıl göçtüklerini bildirir . Böylelikle Uygur Destanı, biri Türeyiş Efsânesi, öteki de Göç Destanı denilen iki bölümde toplanır.
Nihad Sâmi Banarlı, Resimli Türk Edebiyâtı Târihi, 1987, s: 27-28